Dehlevî’den Dârendevî’ye: Mutasavvıf Şair Osman Hulûsi Dârendevî
Eğitimi genel olarak “insanı terbiye etme sanatı” olarak tabir edebiliriz. Eğer insan bir eğitimden geçmezse hakîkî mânâda insan olması ve Hz. Âdem vasfıyla “adam” sırrına tam olarak ermesi mümkün olmaz. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın en büyük faaliyet alanı eğitim faaliyetleridir.
Eğitim faaliyeti burada âdetâ ete ve kemiğe bürünmüştür. Hulûsi Efendi’nin husûsen en önemli özelliği eğitimci ve bir pedagog olmasıdır. Osman Hulûsi Efendi’nin eğitime verdiği değer, kurduğu vakıfta yaşatılmaktadır. Vakfı yoluyla eğitime verilen önem her geçen gün korunarak ilk, orta ve üniversite bünyesinde Türk Millî Eğitimi’ne katkıları artarak devam etmektedir.
Hulûsi Efendi’nin eğitim düşüncesi öncelikle edepten geçer. Edeple birlikte en mühim eğitim yöntemi ise sohbettir. Hazret’e kulak verelim, bunu şöyle ifade etmiştir:
Her bir edebin mektebidir gir taleb eyle
Ger âkıl isen âdem eder âdemi sohbet
Ne temizlik ne fezâil ne edeb
Gidiyor cümlesi bir mektebe hep
İslâmî Hareket
Dünyada 1950 sonrasında post-materyal değerlerin yükselişiyle birlikte dindarlaşma eğilimi, mistik ve mâneviyatçı yaşam biçimi de yükselen değerler arasına girmiştir. Büyük kanaat önderlerinin fikirlerinin üzerinde durma ile toplumsal problemleri çözme orasında doğrudan bir ilişki olduğu aşikârdır.
Cemâat olarak gelişen dinî hareketler daha çok Türkiye’deki modernleşmenin içerdiği pozitivizm, materyalizm, bireycilik gibi değerlere karşı bireyi koruyan birer kalkan olarak gelişmiştir.
Daha çok bir dinî liderin öğretisi etrafında gelişen, insanları belli bir kimlik ve âidiyet etrafında bir araya getiren, dayanışma duygusunu besleyen biçimiyle cemâatin esas itibâriyle yirminci yüzyıla özgü bir olgu olduğu söylenebilir. Bu hareket içinde 21. yüzyılda Dârendevî hareketi de dikkat çekmektedir. Mâtürîdî ve Nakşîliği temsil eden Osman Hulûsi Dârendevî, muhiplerine hep iyiliği, güzelliği ve insanlara faydalı olmayı telkin ve tavsiye bulunmuş bir ulu çınardır.
Dehlevî’den Dârendevî’ye…
Hindistanlı meşhur âlim ve mutasavvıf “Gulâmu Ali” diye de tanınan Abdülaziz Dehlevî 1743 yılında Pencap’ta doğdu. Rüyasında gördüğü Hz. Ali, doğacak çocuğuna kendi adını koymasını istediğinden babası ona Ali adını verdi. Büyüme çağına gelince Gulâmu Ali adını aldı.
Fakat daha sonra rüyasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendisine “Abdullah” diye hitap etmesi üzerine bu iki isimle tanındı. Nakşbendîliğin Hâlidiyye kolunun kurucusu Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî de, “Hz. Peygamber (s.a.v.)’den rüyada aldığı emir üzerine”, Hindistan’a giderek şeyhin müridi oldu. Dehlevî, Kasım 1824’te Delhi’deki zâviyesinde vefât etti.
Osman Hulûsi Dârendevî 1914 yılında Malatya’nın Darende ilçesinde doğdu. Küçük yaşlarda Nakşbendî-Hâlidî şeyhi Sivaslı İhrâmîzâde İsmâil Hakkı (Toprak) Efendi’ye intisâp etti. Babasının vefâtından sonra (1945) onun görevli olduğu camide fahrî olarak imam-hatiplik yapmaya başladı.
Sekiz yıl sonra resmen tayin edildiği bu görevi emekli oluncaya kadar sürdürdü (1987). Ayrıca marangozluk, ciltçilik, hakkâklıkla meşgul oldu. Şeyhinin ölümünden sonra onun halîfesi sıfatıyla irşâd faaliyetlerine başladı. 1986’da kendi adıyla anılan Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nı kurdu.
Osman Hulûsi Efendi, 14 Haziran 1990’da İstanbul’da vefât etti ve Darende’ye götürülerek Hamîd-i Velî Camii hazîresine defnedildi. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin “Somuncu Baba” diye tanınan mürşidi Hâmid-i Velî’nin on ikinci kuşaktan torunu ve seyyid olduğu bizzat kendisi tarafından ifâde edilmiştir.
Gençliğinden beri edebiyatla meşgul olan Hulûsi Efendi, pek çok mutasavvıf şair gibi şiiri irşâd hizmeti için bir vasıta olarak kabul etmiştir. Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî adıyla basılan Dîvân’ında (İstanbul 1986) daha çok klâsik gazel tarzındaki manzûmelerin yanında altmış kadar ilâhî, ayrıca koşma nazım şekli ve hece ölçüsüyle yazılmış manzûmeler vardır.
Gazellerinde Fuzûlî ve Niyâzî-i Mısrî’nin edâsı, hece ile yazılmış şiirlerinde ise Yûnus Emre’nin etkisi görülür. Osman Hulûsi Efendi’nin çeşitli mektupları vefâtından sonra Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî adıyla bir araya getirilerek yayımlanmıştır.
Dinî grupları veya hareketleri diğer toplumsal hareketlerden ayıran üç temel husus bulunmaktadır: Bunlar inanç, cemâat ve eylem boyutudur. Dinî gruplar hangi form altında tezâhür etmiş olurlarsa olsunlar netice itibariyle belli değerler etrafında kümelenir, grup âidiyetine sahip olur, belli başlı liderlerin veya mânevî şahsiyetlerin öğretisini esas alır, “biz” ve “diğerleri” üzerinden kendilerini dış dünyadan ayrıştıran bir tutum geliştirir ve bulunduğu toplumun kamusal veya toplumsal alanına damgalarını basmaya çalışırlar.
Bu yönüyle değerlendirildiğinde dinî grupların veya hareketlerin birer cemâat formunda geliştiğini söyleyebiliriz. Bu noktadan bakıldığında Mutasavvıf Şair Osman Hulûsi Dârendevî hareketi geleneksel bir tarâkatı ve de cemâati temsil etmektedir. Ancak bu hareket hem geleneği koruduğu gibi geleceği de tasarlamaktadır. Bu tasarım hareketinde dinî ve millî değerleri referans alarak insanlara ilim, irfan, iyilik ve güzelliği tavsiye etmektedir.
Dârendevî hareketi Hindistan’daki bir Dehlevî hareketi gibi Anadolu’nun ortasında küçük bir kasabayı büyüterek ilçe hâline getirmiş ve İslâm’ın yaşanır boyutunu göstermeye çalışmıştır. Literatürde sosyolojik olarak bendenizin ilk olarak telaffuz ettiği “Dârendevî Hareketi” bütün kural ve kurumlarını oluşturmuş ve âdetâ İslâm yaşanır bir din hâlinde ete ve kemiğe bürünmüştür.
Dehlevî’den Dârendevî’ye yaklaşık üç asır geçmiş olsa da benzeri hareket yeniden Anadolu’nun çorak toprağını yeşertmiş, mahzûn gönüllere güller serpmiştir. Horasan’dan ve Hindistan’dan gelen bu gönül hareketi Anadolu’nun Darende’de kendisi Dârendevî olarak ete ve kemiğe bürünerek kendini göstermiştir. Osman Hulûsi Efendi’nin vefâtının 34. yılında rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum.
Süleyman DOĞAN
Yazar(Buhûrîzâde Mustafa) Itrî (1640-1712)Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sunMihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsunTarîk-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i mülk-i âdemMünkîrine mahz-ı mâtem mü’minine s...
Yazar: Vedat Ali TOK
Osmanlı Hanım Sultanlar, hayırsever tabîatlı, vakıf rûhlu diğerkâm insanlardı. Hayatları boyunca sahip oldukları taşınır taşınmaz maddî varlıkların ekseriyetini Hak rızası için âmme yararına cömertçe ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
1. Seher vaktinde güller açılıp bülbül figân eylerBu hâli anlara bâd-ı sabâ-yı câvidân eyler2. Gözün görmez velî yoksa o vech-i bî-nihânın kimO mahbûbun cemâlin kangı şeydir ki nihân eyler3. Gönül mih...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Yüce Allah Tahrim sûresi 66. âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ...
Yazar: Mehmet SOYSALDI