BİR MEDENİYET KRİZİ ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Tarım toplumundan, sanayi toplumuna geçişimiz hiç de kolay olmadı. Sancılı, tereddütlü, ikilemi bol bir vahada izlek sürdük. Toplumlar, değişime direnerek karşı koyarlar. Sonrası iyisi ile kötüsü ile kurumlar şekillenir, bu yolculuk kaçınılmaz bir mukadderat olarak devam eder. Osmanlı toplumunun, önce Tanzimat Dönemi çalkantı ve oluşumlarına, sonrasında Cumhuriyet yönetim ve yapılanmasının temel dinamiklerinin şekillenmesi, beraberinde bazı açmazları da doğal olarak getirdi. Gelenekten kopmadan, geleceğe yolculuk adam akıllı bir işti. Kökü mazide olan atiler olmak, oldukça yorucu ve yokuşu bol bir seferberliğe çıkmak demekti. Batı dünyasının, felsefe yoluyla oluşturduğu düşünce dünyasını, Doğu/İslâm dünyası, daha çok edebiyat üzerinden yaptı. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan Hoca’ya yazdığı bir mektubunda “Benim bir ağlayan, bir de gülen gözüm var.” diyerek adeta bu medeniyet krizinin ikilemine, Doğu-Batı açmazına işaret ediyordu. Bursa’da zaman adlı şiirinde Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında, Yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışında mısralarıyla, dönemin yaşadığı kriz ve değişim atmosferini adeta bize özetler. Modernite, kelime anlamıyla da bugünü anlamak ve yaşamak olarak kabul görür. Tanpınar, mektuplarında, hatıralarında ve üniversite ders notlarında okuttuğu 19. ve 20. yüzyıl edebiyat dünyasının temel kırılmalarının sosyolojik ve fikrî temellendirmesini yapar. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın son romanlarından olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, böyle bir değişim ve tereddütler dünyasını anlatır. Romanın başkahramanları Hayri İrdal ile Halit Ayarcı’dır. Saat etrafında, zaman mefhumu, romanda ele alınan en temel değerdir. Yazar, medeniyet krizi diye tanımladığı, birçok yazarımızın ikilem, ikilik diye sınıflandırdığı bir dünyayı anlatır. Medeniyetler, kurumları ile var olmadan önce fikir ve düşünce alanlarında yerli yerine oturtulmalı, bir açıklığa kavuşturulmalıdır. Yazar, Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi kitabında, “Rönesans’ı ve onun hayata getirdiği değişiklikleri idrak eden (…) bir Avrupa karşısında, ilmi hayatı durmuş, iktisadî nizamı ve istihsal kuvvetleri, altüst olmuş, birçok sahada tekâmülün mucizesini unutmuş bir Osmanlı İmparatorluğu mevcut.” der. (s. 8) Böyle bir dönemin panoramasını çizerek, geçişleri, kırılganlıkları, medeniyet inkırazını anlatmayı daha da haklı ve anlaşılır hale getirir. Roman, dört ana başlık ile kaleme alınır; Büyük Ümitler, Küçük Hakikatler, Sabaha Doğru ve Her Mevsimin Bir Sonu Vardır. Birinci bölüm daha çok Tanzimat öncesini, ikinci bölüm Tanzimat sonrasını, üçüncü ve dördüncü bölümler ise tamamen Cumhuriyet Dönemi’ni anlatmaktadır. Romanın başkahramanı Hayri İrdal, gelenekçi bir eğitim dünyasından geçmiş, dış dünyada olmasına rağmen, tüm olup bitenlerin merkezinde yaşayan, çocukluğundan bu yana türbelere götürülen, nefesi keskin zatlara okutulan, yalnız ve hayat dışı bir karakter çizer. Fatih Rüştiyesinde okuduğu yılları anlatırken” İnsan işlerine uzaktan bakmayı oradan öğrendim.” (s.24) diyerek, gelenekçi ve doğal yapısını yansıtır. Bu dönemde, ironik, biraz da hicivci bir halet-i ruhiye içindedir. Hayri İrdal, çocuksu tavrıyla ve dünyasıyla, insanların zaaflarını, ihtiraslarını, kusurlarını bir bir göz önüne sermeye çalışan bir gözlemci, bir münekkit olarak da karşımıza çıkar. İlk bölüm olan Büyük Ümitlerde, Hayri İrdal, dinî değerlerin canlı olduğu, yakın akraba çevresinin içinde buluruz. Dedesi, mahalleye bir cami inşasına başlamış, buna vakti ve ömrü yetmeyince babası devralmış, hatta babası caminin kayyumluğuna atanarak, bir hizmeti bitirmenin tatlı heyecanını hep birlikte yaşamışlar, ellerinde avuçlarına ne varsa tüm mal varlıklarını bu uğurda bir bir satarak, geleneğin ve inancın birey ve toplumda nezdinde yaşayan değer olduğunu göstermiştir. Yaptırmayı üzerlerine aldıkları mescit için kıt imkânlarla, yer halısından, kütüphane dolaplarına kadar her şey temin edilmiş, daha şimdiden küçük bir mescit havasını da teneffüs eder olmuştur. Burada asılı saat için de annesi, pek güvenilir ya da iyi saatlerde olsun diye tarif ettikleri, evliya nazarına çarpılmış bir mevkute olarak görür. Bu çevrede, modernist bir opera sanatçısına benzetilen Abdüsselam Efendi, Eczacı Artisti Efendi, gaipler dünyası ile ilişkisi olduğunu söyleyen Seyit Seyfullah, Hayri İrdal’ın sosyal ve ruh dünyasını şekillendirir. İkinci bölüm, Hayri İrdal’ın mutlu evliliğini yaşadığı ilk eşinin ölmesiyle, ikinci evliliğini yapmasıyla başlar. Bu bölümde, Şehzadebaşı’nda bulunan, alaycı bir dille anlattığı kıraathane damgasını vurur. Sokağımızdan başlayarak, tüm hayat alanlarımızı değişime tabi tuttuğumuz bu dönüşüm, burada adeta hicvedilir. Ev döşememiz, kılık kıyafetimiz hep Batı tarzı olduğu için yarı aydın tipini canlandırmışız bu dönemde. Tanpınar “Medeniyet değiştirmesi ve İç İnsan” başlığı altında yazdığı makalesi ile de örtüşür. Burada, kaleme aldığı değişim ve ikilemi sanki romanın tüm satırlarına serpiştirir. Kıraathaneninim sahibi, garip kıyafeti ve konuşmalarındaki ikiliklerle ve gelgitlerle, oluşturduğu Frenk tipi yarı Batı aydınlanmanın portresini çizer. (s.128) Yine bu makalesinde, 1923 Cumhuriyet’in ilanı ile “denksiz” bir mücadeleye son verildiğini ifade eder. Hayri İrdal’ın işe başladığı Saatleri Ayarlama Enstitündeki dönem, tüm yeniliklerin, üretimin, istihsalin, Batı yanlısı olmanın anlatıldığı bölüm olur. Halit Ayarcı, bu çalışması ile adeta dünyaya ve yaşadığı zamana ayar vermek şeklinde kabul edeceğimiz bir dünyanın kapılarını aralar. Gelenekten geleceğe inkâr edilmez ve vazgeçilmez bir köprü kurulmuştur artık. Ayarcı’nın ana ilkesi “yenilik”tir. Artık, tüm şubeleriyle büyüyen bir kurum vardır. Tanpınar, adeta geleneği hiçe sayan, bürokratları, siyasileri bu bölümde inceden inceye hicveder. Ayarcı, kendini yeniliklerin temsilci olarak görürken, İrdal’ı hâlâ eski alışkanlıkların peşinde koşan insan olarak tarif eder. “Hiç bir zaman, benim kadar temiz olmadınız, zira ben hep bu işlerin üstünde oldum.” diyerek kendisinin yenilikçi yönünün görülmesi gerektiğini vurgular. (s.341) “Saatleri Ayarlama Enstitüsü, şimdiye kadar vadettiği her şeyi yaptı, vakıa ne şehrin saatleri, ne de hususi saatler hâlâ gereği gibi muntazam işlemiyor.” (s.288) sözleriyle yaptığı yeniliğin toplum nezdinde anlaşılmadığını, izahı mümkün olmayan bir dirençle karşılandığını ifade eder Ayarcı. Yeni bir mimarî özellikte kurum için teşebbüs ettiği binaların geç kalması karşısında, Hayri İradal’a kızarak “Ben netice adamıyım, niyet adamı değilim.” diyerek, bu bölünün en can alıcı fikrini ortaya koyar. Adeta, Hayri İrdal’a, siz doğulular, gelenek deryasında kulaç atan insanlar, çok gerilerde kaldınız. Ben yaptıklarımla ve icraatımla her şeyi ortaya koydum diyerek, alttan alta hiciv sanatının mahir yönlerini gösterir. Hayri İrdal, ikinci evliğini konakta yetişen Emine ile yapar. Sonrasında Şerbetçibaşı Konağı’nın sahibi Abdüsselam Bey’in yanına yerleşir. Burada dünyaya gelen çocuğuna, annesinin adına vermek isterken, yanlışlıkla Abdüsselam Bey, kendi annesinin adını koyar. Konakta Abdüsselem Bey’in ölümü ile miras konusu mahkemeye kadar taşınır. Ancak mahkeme, bilirkişi olarak Psikanaliz Dr. Ramiz Bey’i tayin eder. Dr. Ramiz, Batı’da okumuş, tahsilini burada yapmış bir aydındır. Bu ilimin ortaya çıkmasıyla herkesin az çok hasta olduğunu savunur. Çıkış noktasının da yine bu ilim sayesinde olacağını söyler. Böylece, Batı dünyasının pozitivist bilim gerçeğini bize aktarmaya çalışan düşünce yapısını da eleştirel bir bakışla izah eder. Saatçi Nuri Efendi ile tıp okuyan oğlu Ahmed’in birlikteliğindeki zaman/mekân ya da Doğu/Batı ikileminin ayrı bir uyumu olarak anlatır. İrdal, ustasının saate bakarken, bir muhtaca bakar gibi baktığını söyler. “Onda saat sevgisi, bir nevi ahlaktı.” der. (s.33) Ahmet, nasıl muayene ederken saat titizliği içinde oluyorsa, Nuri Efendi’de saate bakarken bir hastaya bakar gibi yaklaştığını söyleyerek, insan/mekân ilişkisini, bir taraftan da kaybolan iş ahlakının kaçınılmaz gereğini dile getirir. (1,2)
Ramazan YILDIZ
YazarAnadolu’nun yurt olmasında, yalın, sade ve irfanî geleneğin tevhit çizgisinde, yıllar yılı akan bir volkanik yapısı vardır. Bu havzayı besleyen, içten içe sessiz ve derinden akan bu damarın, mana ve z...
Yazar: Ramazan YILDIZ
Tasavvuf edebiyatımızın ve irfan kültürümüzün medarı iftiharlarından biride, Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevî’dir. Anadolu’nun manevîyat meşalesini sonsuza kadar yakan, ruhları mayalayan bir terbiye merke...
Yazar: Ramazan YILDIZ
31 Aralık 1673’te İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sultan IV. Mehmed, annesi Râbia Emetullah Gülnuş Sultan’dı. Çocukluğu ve gençliği, önceki birçok şehzadeye göre rahat ve serbest geçti. Şehzadeler ü...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Milletlerin, hayatlarını canlı tutan, kültür dünyalarını süsleyen değerler vardır. Bunların başında, masal, hikâye anlatıcılığı, menakıbnâme, destanlar gibi dilden dile çoğalarak, kartopu gibi bugüne ...
Yazar: Ramazan YILDIZ