Anneler Sabreder
Neydi o ilk buluşma anı? O çipil çipil bakan üzüm gözler, o minicik ağız, yumuk yumuk eller. Çiz yüzünü deseler asla çizemeyeceğin kadar muntazam o güzellikle ilk kez bakışmak, ilk kez koklaşmak. Dokuz ay sırlarla dolu karanlık bir odada büyüyen mucizenle ilk kez kucaklaşmak, onu ilk kez görmek.
Hayretinden sessiz çığlıklar atan ‘anne’. Hayret makamına hoş geldin. Şimdi kalbinle konuşma vakti. Kalbin konuştuğu yerde dil susar. Zavallı kelimeler, kanatsız kuşlar gibi kalır o dakikada. Dilin, dudağın, kalbe nöbeti devir teslim ettiği vakittir. Şimdi annenin tek sorusu vardır. Bir tek soru. “Daha önce görmediğim ve bilmediğim bu yavruya. Daha önce bende olmayan, ona karşı bu sevgi, bu ilgi, bu şefkat nereden geldi? Bunları kim verdi? Kim bu duyguyu bana veren? Evet, soru bu.
Bunca varlık yokluktan gelmez, bir var, var. Her bir varlığı Yaratan bir var, var… Ben bilmezken tanımazken, onu bir bilen var. Bana onu nasip kılan var. Bu anı ve her anı bilen biri var. Sorular annenin kalbine yağmur gibi düşmeye devam ediyor. “O ve ben iki cahilken, nasıl ete kemiğe bürünüp kucağımda en sevimli hâliyle bana bakıyor şimdi? Kim ayarladı bu randevuyu? Allah’ım bu kadar tevafuk, tesadüf olamaz. Senin kudretin ve şefkatin olmasaydı nasıl açıklanabilirdi bunlar. Zerrelerim adedince kudretinin büyüklüğüne hamd ediyorum, binlerce şükür, çokça secdeler olsun sana.” derken kalpten konuşan güzel anne. Bu sihirli anı mıh gibi kazı zihnine. Zaten unutmazsın da. Taze çiçekler gibi diri tut göğsünde sen. Gün gelecek, lazım olacak. Ömrü, emanetini sevgiyle büyütmeyle, beslemeyle, sarmalamayla geçen anne. Sakın ha sakın o anı unutma.
Yıllar rüzgâr gibi gelip geçer. Doğan, büyür; büyüyen serpilir. O minik yavrun babayiğit bir delikanlı şimdi… Bakışları kartal kartal, yürüyüşü vakar dolu. Attığı adım, heybetinden dağları titretiyor. Öylesine cesur, öylesine iman dolu. Alnında, yüzünde secdenin parlaklığı var, Düşmana korku salan bakışları, yeri gelince edeple yerde geziniyor. Kaç kız hayran ona. Kaç canı hasretiyle yaktı. O kapadı gözlerini harama. Helalini buluna dek kalkmayacaktı da. Önce vatanî görevini, tek sevdası olan devleti için yerine getirmeliydi. Belki ondan sonra başka bir sevdanın kapısını tıklatırdı.
Aslan parçanı davullarla zurnalarla, kınalayarak asker ocağına, vatanî görevine gönderen anne. Şimdi sabırların en tazesi sende.
Şu kışlanın kapısına, mail oldum yapısına
Telli kurban bağlayayım, asker yârin kapısına.
Yine oğlunun hasretiyle yandığın bir gün bu türküyü dinlerken kapın çalar. Karşında oğlunca yaşta askerler, komutanlar. Ellerinde göklerin kızıl süsünü görürsün. Tam karşındalar. Neler oluyordu ki? Onları gördüğün an göğsünün bir yıldırımla iki parçaya ayrıldığını hissetsen de, birazdan sana giydirilecek “şehit anası” tacının farkında yüreğin. Aklın almasa da, kalp biraz sonra duyacaklarına hazırlıyor kendini. Sana yavrun gibi nazlı nazlı bakan ‘bayrağın’ gururu Rabb’in tarafından kalbine nakış ediliyor tekrar. Sen ‘metin ol’ diye…
Ahh. Daha karşıdaki konuşmadan, her şeyi anlayan anne. Yine onu kucağına aldığın ilk günkü derin çığlıklar var yüreğinde. Orada hayret çığlığıydı, burada gurur. Hani ‘o’ anı unutma demiştim ya. İşte şimdi yavrunun doğduğu günkü mucizeyi, tekrar yaşama vakti.
“Elleri öpülesi anam. Oğlun bu vatan, bu bayrak uğruna şehit olmuştur. Vatan sağ olsun!” sözünü duymanla tevekkül ve sabrın kol kola kalbine girdiğini hissetme anın. Yine sessiz çığlıkların duyuluyor yüzünde. Ama bu sefer başka. Yer ayağının altında kayıyor ama düşmüyorsun. Tam boğazının ortasında okkalı bir düğüm. Yutkunamıyor, nefes alamıyorsun, ölemiyorsun da. Aslında ölmeden ölüyorsun ama ölemiyorsun. Dayanamayacağını anladığında “Kalbimi imanla doldur Allah’ım.” duası dökülüyor dilinden. Tekrar teslimiyet ve tevekküle sarılıyorsun.
Oğlunun bu dünyadan en şerefli şekilde terhis etmesi senin ikinci mucizen. Yavrun doğduğu gün sevinçten ağlamaların, şimdi yavrun Peygamber (s.a.v.) komşusu oldu diye akıyor. Acıtan ama çok başka bir sevinçle. Şehit anası tacın başında parlamaktadır şimdi. Bu günün onun doğduğu gün kadar kutlu olduğunu biliyorsun. Ahhh ayakları öpülesi anne. Yüreğinde kaynayan o ateşi, Rabb’im soğutur, zemzeme çevirir, kevsere döndürür. Daha senin gibi olan nice annelere deva olsun diye.
Anlar ki anne, yalnız değildir. Dert varsa derdi veren de vardır. Hayat güzelse, ölüm de güzeldir. Ebedî ayrılık yok. En sevgiliyle birlikte olmak için, dünya hayatından bir terhistir ölüm. Cennet salonlarında kavuşmaya gün sayma vakti şimdi. Annenin gözyaşları içine akmaktadır sessiz bir şekilde. Ona rahmet nazarıyla bakan Rabbi’nin farkında olarak, inanç, sabır ve teslimiyeti tüm zerrelerine yaymıştır. Bu sahneye melekler bile hayrettedir şimdi.
Bu anı da unutma anne. Senin ilk buluşmanda onu bağrına bastığın gibi, bu kez o seni cennet yamaçlarında karşılayacak, kucaklayacak, bağrına basacak. O günün ümidi ile sevinci ile dolu bir kalbe hangi keder dokunabilir ki artık? Şimdi haykırabildiğin kadar haykır: “Vatan sağ olsun! Bayrak sağ olsun! Bir değil, bin canımız feda olsun!.. Bir oğlum değil, neyim varsa sana canı gönülden helal olsun!..”
Esra GÖKTEPE
YazarGünümüzde giderek doğal afetler daha sık ve daha çok can kaybıyla yaşanıyor. Sade bizim ülkemizde değil, dünyanın her yerinde sel, deprem, erozyon, yanardağ patlaması ya da kasırgalar ve büyük yangınl...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Çocukları çiçeklere benzettiğimi söylemiştim. Onlar kadar narin, eşsiz ve çok güzel olduklarını da... Ve her çocuğu bir çiçek grubuna benzettiğimi de eklemiştim. İsterseniz birkaç grup daha inceleyeli...
Yazar: Esra GÖKTEPE
El-Hasîb, esmâ-i hüsnâdan biri olarak, "kullarına yeten, onları hesâba çeken" mânâlarına gelir. Gerçekten Yüce Allah el-Hasîb'dir. O, kullarını adaletle hesâba çeker ve yapıp ettiklerini bir bir sayar...
Yazar: Editör
Asıl ismi Hubab’dı. Peygamberimiz bu isimden hoşlanmadığı için “Abdullah” olarak değiştirdi. Fakat kaderin garip bir cilvesidir ki, babası Abdullah bin Übeyy, meşhur münafıklardandı. İman etmeyişinin ...
Yazar: N.Nida DURAN