Anadolu’nun İlim Mekânları ve Mehmet Vacit Daylan
Anadolu’nun mütevâzı ilim, fikir, irfân, sanat ve inanç mekânları vardır. Buraları muazzam binalar sanmayın. Bahsettiğim yerler, çarşı pazarlarda olan küçük esnaf dükkânlarıdır. Ama genelde sahiplerinin birikiminden dolayı şairler, yazarlar, sanatkârlar, kültür ve medeniyet adamları bu minik dükkânlarda buluşur, sohbet ve yarenlik ederler.
Bu ocak dükkânlardan ilkini memleketim Siirt’te görmüştüm. Şehrin tanınan ve sevilen bakkalı Hacı Osman Kıngır, sadece bir esnaf değil âdeta şehrin muhabbet merkezi gibiydi. Şehre gelen misafirler önce ona uğrar, sonra şehrin içini ve Tillo gibi evliyâlar yurdu civar yerleri dolaşırdı.
İkincisini ortaokul yıllarında okuduğum Şanlıurfa’da görmüştüm: “Terzi Ahmet Rüzgâr” abi de “Bakkal Hacı Osman” Amca gibi farklı bir esnaftı. Sonra İstanbul’a gelip yerleştiğim Fatih Karagümrük’te ilk gördüğüm ‘ocak dükkân’ın sahibi “Marangoz Şevket Ağabey”di. Tanınmış şahsiyetleri bu küçük marangozhânede görürdüm.
Şevket Ağabey gelen her misafire önce çay ikram eder, sohbetin ardından kitap okurdu. Fatih Fındıkzade’de bir de “Terzi Hilmi Demir” vardı. O da minnacık dükkânını dostlarına açmıştı. Kendisi köşede mesleğini icrâ edip müşterilerin söküklerini tamir ederken alçak iskemlelerinde oturan dostları fokur fokur kaynayan çaydanlıktan çaylarını alır, sohbet demi devam ederdi. Hakîkaten dükkânı bir huzur yeri gibiydi. Hepsi rahmet-i Rahmân’a kavuştu.
Yıllar önce Cağaloğlu Kızlarağası Medresesi’nde tanışacağım Saatçi Musa (Çağıl) Ağabeyin de Malatya’nın âdeta kültür temsilcisi bir esnafı olduğunu öğrenecektim. Sivas doğumlu Musa Çağıl, Malatya’ya postu sermiş. Saatçi dükkânı münevverlerin, müelliflerin ilim ve irfân sahiplerinin buluşma yeri olmuş.
Mekânı, milliyetçi muhâfazakâr ve dindâr düşünceye sahip olanların sadece uğrak yeri değil buluşma, hâlleşme, dertleşme, istişâre ve muhabbet etme yeriymiş. Sonra Ankara’ya yerleşmiş ve dükkânını burada açmış. Anlatıldığına göre Necip Fazıl Kısakürek, Fethi Gemuhluoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti, Sezai Karakoç, Mehmet Âkif İnan, Nuri Pakdil ile devrin meşhur siyasetçileri de bu özge dükkâna uğramışlar. 1960’lı yıllardan 80’lere kadar tarihe şahit olmuş bir dükkândan bahsediyoruz.
“Volkan Elektrik”
Bana Mehmet Vacit Daylan’dan, komşum ve değerli büyüğüm tarihçi Süleyman Zeki Bağlan bahsetmişti. Fatih’e yerleştiğimde, “İkimizin de komşusu olan Volkan Bey var. Sarıgüzel Caddesi’nde elektrikçi. Tanışın, birbirinizi seveceksiniz.” demişti. Bunun üzerine dükkânını ziyâret ettiğimi hatırlıyorum. Hakîkaten sevilecek bir insandı.
Volkan aslında dükkânının adıydı: “Volkan Elektrik”. Fakat bu isimle tanınıyordu. Asıl ismi Mehmet Vacit Daylan’dı. Dükkânı evimize çok yakındı. İş çıkışında, bilhassa Bâbıâli’de ve Çemberlitaş’ta çalıştığım yılarda fırsat buldukça uğrardım. Dükkânında genelde kültür sanat adamlarını görürdüm.
Bunlar arasında başta Süleyman Zeki Bağlan, Dursun Gürlek, Mehmet Kâmil Berse ve Turgut Kut gibi şahsiyetler de vardı. Doğan Pur’dan öğrendiğime göre, Fikret Sarıcaoğlu, Süleyman Faruk Göncüoğlu, Mustafa Koç, Ahmed Hamdi Çamlı, Murat Pay, Necmettin Üçyıldız, Abdullah Uçman, Serkan Akın, Önder Kaya ve Fatih Güldal gibi isimler de dükkânına sık sık uğruyormuş.
Dükkâna vardığımda hediyeleşirdik. Ben ona kitap veya dergi takdim ederdim o da katıldığı sergilerden kataloglar, belediyenin hediye kitaplarını bana verirdi. Bu dostluğumuz uzun süre devam etti. Bazen sandalyeye oturup bazen de ayaküstü sohbet ederdik. Tabiî konuşmalarımız kültür, sanat, edebiyat ve medeniyet odaklıydı. Toplantılarımızın afişlerini camekâna asardı.
Muhteşem Fotoğraf Arşivi
Mehmet Vacit Bey fotoğrafa çok meraklıydı ve başta Fatih olmak üzere İstanbul’un birçok ilçesinin tarihî fotoğrafını arşivlemişti. Dükkânının duvarlarına asılan hat levhaları ve İstanbul’un eski fotoğrafları, işyerini süslerdi. Vaktim varsa otururdum. O da bu eski İstanbul sûretlerini gösterirdi.
Arşivi biricik övünç kaynağıydı ve hakîkaten bir ömre mâl olmuştu. Ben insanları teşvik etmeyi severim. Ona da “Bu kıymetli fotoğraflardan bir sergi açsanız ne güzel olur. Bir de kitaplaştırsanız. İnsanlar şehirlerin eski fotoğraflarını çok sever.” demiştim. “İnşallah ileride.” demişti.
Belki bu sergiyi açmak, kitabını hazırlamak istiyordu ama öte yandan dükkânda da çalışmak zorundaydı. Zira yardımcısı yoktu ve medâr-ı mâişet motorunu yüzdürmek mecburiyetindeydi. Dükkânına gelen müşterilerine ve dostlarına sıcak sözlerini, muhabbetini eksik etmiyordu.
“Tebessüm sadakadır.” hadis-i şerifini hakkıyla yaşıyor, uyguluyordu. Kastamonu İnebolu’da 1957 yılında doğmuştu. Uzun senelerden beri Fatih’te esnaftı. Bana yolladığı kısa biyografisinde “Aydınlatma mesleğini icrâ ediyorum. Hobi olarak eski İstanbul ve Fatih semtinin fotoğraflarını topluyorum. Kendime göre zengin bir arşivim var.” demişti.
Dükkânını Devretti
Hayat şartları onu zorluyordu. Ve artık dükkânını açık tutamayacak bir noktaya gelmişti. Hatta müşterilerin ihtiyacını karşılayamayacak durumdaydı. Nihayet dükkânını devrettiğini duydum. Çok üzülmüştüm. Çünkü bu âşina mekâna artık eskisi gibi girip oturamayacak Mehmet Vacit Beyle kültür ve sanat üzerine sıcak sohbetler edemeyecektik.
Ancak o, evde oturacak biri değildi. Yine kültür muhitlerinde görüşüyor; belediye, vakıf ve derneklerin faaliyet yerlerinde karşılaşıyorduk. Benim Fatih’te başlattığım “İstanbul Sohbetleri”nin müdâvimlerindendi. Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nin medresesinde ayda bir, müşterek dostlarla buluşuyor, sohbet ediyorduk. Fatih’te düzenli çıkan aylık bir dergide çalışmaya başladı. Ben de bu derginin yazarı olduğum için sık sık görüşüyorduk.
Bu senenin yaz aylarında toplantılara gelmez oldu. Arayı biraz açınca merak ettim ve kendisine telefon açtım. Rahatsızlandığını, hastanelere gittiğini ve ameliyat olacağını söyledi. “Geçmiş olsun!” dileklerime duâmı da eklemiştim. Bu dönem aylarca sürdü. 10 Ekim 2024 tarihinde, perşembeyi cumaya bağlayan gece Hakk’a yürüdüğünü duydum.
Haber önce internette sonra dostlar arasında hemen yayıldı. Uzun süredir tedavi gören ve ameliyata giren Mehmet Vacit Daylan vefât etmiş, “Volkan Elektrik”in ışığı tamamen sönmüştü. Acı haber, onu tanıyan kültür çevrelerini ve sanat adamlarını çok üzmüştü. Ertesi günü Fatih’te dükkânına ve evine yakın olan, kalp ve gönül bağı olduğunu sonradan öğrendiğim İskenderpaşa Camii’nde Cuma namazından sonra cenâze namazı kalabalık bir cemaat tarafından kılındı.
İskenderpaşa Camii’nde pek cenaze namazı kılınmazdı aslında. Uzun bir aradan sonra bu geleneğin Mehmet Vacit Bey için değiştirildiğini öğrendim. Son görevimizi yapmak için dostlarla, komşularla gidip cenâze namazını kıldık. “İyi bir mü’min olduğuna” dair hüsn-ü şehâdette bulunduk, hakkımızı helâl ettik.
Ardından kabristana varıp aile mezarlığına toprağa verdik. Ardından Kur’ân-ı Kerim okundu, duâlar edildi. Semtin sevilen siması, bir Fatih ve İstanbul sevdalısı âhiret yolculuğuna çıkmıştı. Dostlar arasında taziyelerde bulunduk. Aziz ağabeyimize Cenâb-ı Allah’tan rahmetler diledik. “Mekânı cennet, menzili mübârek, makamı yüksek olsun.” dedik.
Paylaşmayı Severdi
Mehmet Vacit Bey güzel haberleri, değerli sergileri, iyi toplantıları paylaşmayı severdi. İnterneti iyi kullanırdı ve bazen dikkatini çeken sözleri ve fotoğrafları paylaşırdı. Bu sözler umûmiyetle kelâm-ı kibar olurdu. Tarihî mekânlara da fırsat buldukça dikkat çekerdi. En son paylaşımlarından birini çok beğenmiş ve kopyalamıştım. Burada şöyle diyordu: “Şu söze o kadar inanıyorum ki: Kalbin güzelse, kaybetsen bile kazanıyorsun.”
Bayramlarda, Ramazanlarda ve diğer dinî gün ve gecelerde telefonla veya internet üzerinden tebrikleşirdik. Dostlarıyla ilgili basında bir yazı veya haber görmüşse mutlaka haberdâr ederdi. Hakîkaten bir iyilik timsaliydi merhûm. Bir ara başarılı bir göz ameliyatı geçirdi.
Bu yılın yaz aylarında toplantılarda pek göremeyince 31 Temmuz’da ona e-posta yollamış, sebebini sormuştum. Cevabı şöyleydi: “Kardiyoloji ile sorunum var. Kalbim yüzde elli ile çalışıyor. Hastanede bütün makinalara girdim. Şimdi 10 Ağustos’ta çıktıları bekliyorum. Ona göre ilaçların dozunu artıracaklar. İlginize teşekkürler. İnşallah iyi olacağım.”
Mektubunda dostların üzülmemesi için hastalığının duyulmamasını istediğini söylemişti. Ben de kendisine şifâlar dilemiştim. Dostluğumuz kaviydi. Kedinâme’yi hazırlarken evlerinde kedi besleyip beslemediğini sormuştum. “Maalesef kedimiz yok.” demişti. Cenâzede oğlu ile görüştüm. Bin bir emekle hazırladığı “Fatih’in ve İstanbul’un Tarihî Fotoğrafları” albümünün kitaplaşmasını temenni ediyorum.
Dilerim tahakkuk eder. Bu fânî dünyadan, insanların evlerini ve işyerlerini mesleği sayesinde aydınlatan ama güzel ahlâkıyla da dostları arasında ışık saçan nurlu bir dost çehre gelip geçti. Allah’ın rahmeti ve mağfireti üzerine olsun.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarBu yazıyı hazırlarken İstanbul’da yaşayan ve çok kıymetli romanlara imza atan bir yazarımızı aradım. Telefonda biraz dertleştik. Biraz da sitem edercesine evden dışarıya çıkmadığını söyleyince şu ceva...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Edebâli muştusu okunurken dillerdeBir oymaktan uzandı, devletliğe bu şehirFetretteyken Türk yurdu, filizlendi Osman’laTürk’ün gücü şahlandı, zamana oldu âhirÇerağları Söğüt’ün, Türk-İslâm’ca yanarkenC...
Şair: Celalettin KURT
Geçmişten günümüze Türk edebiyatımızda dinî temalar, fazlasıyla işlenmiştir. Ama bunu bugünkü nesiller pek bilmez. Belki de bazı çevreler tarafından özellikle o temalar göz ardı edilmiştir diyebiliriz...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Çocukluk yıllarımızdan itibâren Tarık bin Ziyad bizim için diğer İslâm kahramanları gibi öncüydü ve büyük fetihlerin efsâne komutanıydı. Sonra bir fetret döneminde hem bu yiğit öncüyü hem de Endülüs r...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM