Anadolu’da Yardımlaşma Kültürü
Anadolu’da İslâm dininin ve ahlakının yayılmasında tasavvuf kültürünün ve tekkelerin önemli bir yeri vardır. Anadolu’nun fethinden önce sûfî meşrep tüccarlar, gayrimüslimlerin yaşadığı şehirlere giderek ticaretle meşgul olmuşlar; temiz kıyafetleri, güler yüzlü yaklaşımları, dürüst ticari ilişkileriyle yöre halkı nezdinde olumlu Müslüman imajı oluşturmuşlar, böylece ileride İslâm ordularının yapacağı seferleri kolaylaştırmışlardır.
Sûfi meşrep tüccarların davranışlarında ve yaşantılarında yine tasavvuf menşeli “fütüvvet ahlâkı”nın önemli bir yeri vardı. İmam Cafer-i Sadık fütüvveti, “Bize göre fütüvvet, ele geçen şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen şey için ise şükretmektir.” şeklinde tanımlamaktadır. Fütüvvet düşüncesi ve ahlâkı üzerine 13. yy’dan itibaren Anadolu’da teşkilatlanan ahilik teşkilatı da fütüvvet anlayışının Müslüman toplumda kökleşmesini sağlamıştır. Fütüvvet anlayışı; fedakârlık, diğerkâmlık, iyilik, yardımlaşma, insan sevgisi, hoşgörü ve nefsine hâkim olma gibi erdemleri ihtiva etmektedir.
Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı Devletleri zamanında sivil toplum örgütleri işlevi gören tekkeler ve esnaf kuruluşları, fert ve toplumsal yardımlaşma ve dayanışmada önemli bir yere sahipti. Camilerde görev yapan imamlar ve “Bacıyan-ı Rum” adıyla örgütlenen imam hanımları da topluma rehberliğin yanı sıra yoksullara, yolda kalmışlara, hastalık veya başka sebeplerle zor durumda kalanlara yardım etme hususunda öncülük yapmaktaydılar.
Osmanlı Devleti Dönemi’nde, yardımlaşma maksatlı çok sayıda vakıf kurulmuştu. Fakirlere, miskinlere, reisi hastalanan ailelere yardım etmek için kurulan ve faaliyet gösteren vakıflar mevcuttu. O kadar ki, sadece insanlar için değil, hasta hayvanları, kış mevsiminde sıcak iklime göç edemeyen leylekleri korumak için kurulmuş vakıflar dahi mevcut idi.
Anadolu’da ve Müslüman toplumlarda yardımlaşma, vakıfların dışında, sivil inisiyatiflerle de yapılmakta idi. Evi yanan komşu için mahallesinde ev yapılır, eşya temin edilir; öküzü ölen çiftçiye ya öküz alması için yardım edilir ya da en azından tarlası sürülürdü. Hastalar için gerekli ilgi alaka gösterilir, yaşlılara hizmet etmeyi yaşlının evladı ve torunları asli görevi sayardı. Bir hanede cenaze olduğunda üç gün yemek pişmez, komşular cenaze evine yemek getirirdi. Doğan çocuğa hediye alma, düğünlerde takı takma geleneği, bir tür yardımlaşma olarak halen devam etmektedir.
Anadolu’da bazı köy ve kasabalarda, sırf misafir ağırlamak için, maddi durumu iyi olan kişiler tarafından yapılmış müstakil misafirhaneler mevcuttu. Yol güzergâhlarında inşa edilen kervansaraylarda yolcular üç gün süreyle ağırlanır, ücretsiz yemek ikram edilir, atının arpası verilirdi. Kervansaraylarda hasta yolcuları muayene etmesi için görevli doktorlar da bulunurdu.
Resmî görevle Hollanda’da olduğum yıllarda, kiliseye bağlı olarak çalışan gönüllü yardım ekibi ziyaretime gelmişti. Kiliseye üye olanlardan hastalananları, yaşlıları, cenazesi olanları ziyaret ettiklerini ve manevî destek verdiklerini söylediler ve bana Türkiye’de de camiye bağlı çalışan gönüllü yardım ekibinin olup olmadığını sordular. Ben de “Bizde cami ile doğrudan koordineli çalışan sizin gibi gönüllü yardım ekipleri yok.” deyince şaşırdılar:
“Ama nasıl olur, böyle bir uygulama toplumsal bir ihtiyaç değil mi?” diye sorduklarında onlara şu cevabı verdim: “Bizim kültürümüzde, sizde olduğu gibi, özel yardım ekiplerinin teşkiline ihtiyaç duyulmuyor. Bir köyde, mahallede ya da sokakta hasta, yaşlı, mağdur bir kişinin haberi duyulduğunda en yakın komşu ve akrabaları hemen aralarında organize olurlar, inisiyatif alırlar, durumdan vazife çıkararak mağdur için gerekeni yaparlar.” demiştim. Bu görüşmeden sonra, kendi kültürümüzdeki yardımlaşma olgusunun hücrelerimize kadar işlemiş olduğunu fark etmiştim.
Modernist dünya görüşüne göre şekillenen şehir hayatında insanlar gün geçtikçe bireyselleşmekte ve kültürümüzün kodlarını oluşturan yardımlaşma anlayışı da zamanla zayıflamaktadır. Bir köy nüfusunu barındıran apartmanlarda ve bir kasaba nüfusunun ikamet ettiği sitelerde aynı katta oturan sakinler dahi birbirini tanımamakta, isimlerini bilmemekte, komşular adıyla değil oturduğu dairenin numarası ile anılmaktadır. Apartman sakinleri, sadece asansörde karşılaştıklarında birbirleriyle “Merhaba, günaydın, iyi akşamlar...” vb. kısa cümlelerle iletişim kurmaktadırlar.
Bir apartmanda cenaze olduğu, bina önünde toplanan kalabalıktan ve helalleşme için tabutun bina önüne gelmesinden anlaşılmaktadır. Modern şehir anlayışına göre tasarlanan sitelerde sosyal tesisler, spor ve fitness salonları hatta yüzme havuzu bile düşünülmüşken, bir mabedin site projesinde yer almadığı görülmektedir. Sitede oturan birkaç mütedeyyin Müslüman’ın özel gayretleriyle bodrum katlarında açılan mescitler de tarihte camilerin gördüğü işlevi icra etmekten oldukça uzaktır.
Üzülerek ifade etmek gerekirse Anadolu insanını hem mütedeyyin hem de medeni hale getiren İslam ahlakı ve yardımlaşma kültürü, bazı iyi niyetli yardımlaşmaların suistimal edilmesinin de etkisiyle iyice zayıflamış durumdadır. Anadolu’nun geleneksel yardımlaşma kültürü, birçok imkânsızlığa rağmen halen köylerde, kasabalarda ve büyük şehirlerin varoşlarında köyden şehre göçenler tarafından kısmen yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarMedeniyet; bir milletin ya da milletlerin, kendi bilgi ve kültürleri yanında diğer milletlerin bilgi ve kültürlerinden de istifade ederek, bilgi ve düşüncede, hayatın her alanında, sanat, edebiyat, za...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Her gün tanıdıklarımızdan, komşu ve akrabalarımızdan bazen de ailemizden birileri hayata veda etmektedir. Camilerden sabahları yükselen salâ sesleri, yine birilerinin vefatını haber vermektedir. “Nasi...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Aile, toplumun çekirdeğidir. Beden ve ruh sağlığına sahip bireyler ailede yetişir. Güçlü toplumlar da dinine ve geleneklerine bağlı aileler tarafından kurulur. Dünyanın ilk ailesini, ilk insan ve ilk ...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Hindistan'ın İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda bir İngiliz subayı, hiçbir neden olmaksızın halktan bir Hintliye sertçe bir tokat atar. Hintli adam, hemen yüzüne bir yumruk vurur. Subayı ye...
Yazar: Ayşe Gül PINAR