AĞLAMAK VE ANLAMAK
Aslında Hz. Adem'in yeryüzünde yakardığı gün başlamıştı bu ağlamak tutkumuz.
Aslında Hz. Adem'in yeryüzünde yakardığı gün başlamıştı bu ağlamak tutkumuz. O günden bu yana ağlamak¸ "nasıl"ların¸ "niçin"lerin içimizde eridiği bir havadır bizler için.
Reis bey ısrar ediyordu anlamamakta. İdama mahkum edilen genç¸ suçsuz değildi. O¸ bir anne katiliydi ve yasalar gereği asılmalıydı. Delikanlı yalvarıyordu son ana dek: "Anlayın beni reis bey¸ ben suçsuzum. Anne katili değilim ben!..." O ağladıkça ve yalvardıkça Reis Bey onun suçsuz olabileceğini düşünmek¸ hele ona acımak bir yana¸ onun zavallılaştığını söylüyor¸ onu yalancılıkla itham ediyor¸ bütün kanıtlar aleyhinde olmasına karşın¸ suçu¸ nasıl inkâr edebildiğini soruyordu. Ağlamanın ise¸ sadece kendisini kandırmak için kullanılan bir rol gereği olduğuna emindi. Başka ne anlamı olabilirdi ki? Görevini yapmanın huzurunu taşıyordu O. Aksine düşünmek nasıl mümkün olabilirdi.
İdamlık genç¸ ağlamayı tecrübe etmekten kaçındığı için kendisini anlayamayacağına inandığı Reis Bey'e yürek duvarlarını çınlatan şu sözleri sarfetmişti:
"Ağlayabilseydiniz anlardınız reis bey¸ ağlayabilseydiniz anlardınız!"
Gün geldi¸ genç idam edildi. Kısa bir süre sonra gencin suçsuzluğu anlaşılınca yıkılan Reis Bey birden bire henüz tanımadığı¸ tanımamakta ısrar ettiği ağlamanın asıl anlamını kavramaya başladı. Derken ağladı¸ ağladı¸ ağladı…Ve gencin ağlamakla ilgili o gün duymaktan kaçındığı sözlerini hatırlayarak¸ dayanılmaz bir acının tecrübesiyle¸ ağlamak ve insan ilişkisine dair zihinlerimize kazınacak şu sözleri söyledi: "İdama gönderdiğim genç bir gün bana: 'Ağlayabilseydiniz anlardınız Reis' demişti. İşte şimdi ağlıyorum¸ anlıyorum¸ ağlıyorum¸ anlıyorum."
İnsan denen "eşref" in iç dünyasında kökleşen tortuları ile¸ dışa yansıyan yaşamaklığı arasındaki bağı böyle anlatıyor Necip Fazıl'ın Reis Bey'i. Peki ya bizler ? Hepimiz aslında bu yaşamaklığın odağında kucaklaşan varlıklar değil miyiz?
Kim ne derse desin¸ hayatımız yakaladığımız ve yakalayamadığımız hakikatler karşısında ağlamak¸ ağlayabilmek¸ ağlamak¸ istemekle geçiyor. Aslında Hz. Adem'in yeryüzünde yakardığı gün başlamıştı bu ağlamak tutkumuz. O günden bu yana ağlamak¸ "nasıl"ların¸ "niçin"lerin içimizde eridiği bir havadır bizler için.
Herkes ağlayabilir aslında. Sadece zayıflara özgü değil yani ağlamak. Yürek kapılarını açık tutan insanı¸ yağan yağmur mu¸ sessizce yeryüzüne düşen kar mı yetmez bir başına bizi ağlatmaya?
O halde ey dostlar! Ağlamaktan korkmayalım. Günün birinde bir yerlerde yürekten ağlayalım. Fani değerlerin egemenliğindeki insanların yerine ağlayalım. "Kandillere katran döken gecelere" ağlayalım. Yadigâr şehirlerdeki yüksek binaların o kadirbilmez dizilişine ağlayalım.
Gelin¸ ölümlere ağlayalım ey dostlar! Yaşarken ölemeyip¸ ölürken yaşayamayanlara ağlayalım.
Ağlayalım ki¸ var olması gerekenlerin gerçekliğini anlayalım. Anlayalım ki insan gibi yaşayalım.
"Varsın biteviye yağsın gözlerimdeki yağmur
Ağlamak en güzel yanıdır yaşamanın"
Mustafa Doğan KARACOŞKUN
Yazar
Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ
Farkında mısınız¸ her gün daha refah içinde olacağımız bir hayata doğru gitmemize karşın¸ daha da yalnızlaştığımızı hissetmekte¸ birbirimizi sevebilme yeteneğimizi gün be gün kaybetmekteyiz.Farkında m...
Yazar: Mustafa Doğan KARACOŞKUN
İslam dininin insana ilişkin gayesi¸ şu beş şeyi korumak olarak belirlenmiştir. İslam dininin insana ilişkin gayesi¸ şu beş şeyi korumak olarak belirlenmiştir. Bunlar¸ dini korumak¸ aklı korumak¸ nesl...
Yazar: Mustafa Doğan KARACOŞKUN
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ