AFRİKA'DA MİSYONERLİK
"Afrika'nın büyük bir bölümünde misyonerler¸ sömürgeci güçlerin yardımı ile Müslümanları eğitimden mahrum bırakmışlar ve Hıristiyanlığı kabul etmeyen veya en azından Hıristiyan ismini benimsemeyenlere okul kapılarını kapatmışlardır. Bu yolla oluşturulan nüfuzlu Hıristiyan azınlık¸ özgürlük çağının gelmesinin ardından¸ bugün¸ Müslümanların çoğunlukta olduğu birçok Afrika ülkesinde siyasî¸ askerî ve iktisadî yönden üstün duruma gelmiştir."
Ondokuzuncu yüzyılda hızla sanayileşme sürecine giren Avrupa ülkeleri¸ ucuz hammadde elde edebilmek¸ yeni tüketim pazarları bulabilmek için Orta ve Güney Amerika'yı¸ Güney Asya'yı¸ Afrika kıtasını sömürgeleştirmeye başladı. Osmanlı Devleti'nin gerilemesi ve çökmeye başlaması sonucu¸ Kuzey Afrika da paylaşıldı. Gerçi¸ Afrika'nın iç kısımlarına Avrupalıların ilgi duymaya başlamaları¸ onüçüncü yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İskoçyalı Mugna Park¸ David Levington¸ Heinrich Barth¸ Fransız Rene Caille¸ Mollien¸ Linard de Bellefonds gibi ünlü seyyahların arkasından¸ kilisenin desteğiyle misyonerler¸ Afrika'nın her tarafına dağıldılar. Güney ve Doğu Afrika Protestan¸ Orta ve Batı Afrika ise Cizvit ve Katolik misyonerlerin faaliyet alanı haline geldi[1]. Misyonerler¸ özellikle putperest Afrikalılar arasında başarılı oldular. Müslümanların yaşadıkları bölgelerde de¸ yoksulluğu ve zayıflığı fırsat bilerek kıyasıya bir çalışma sürdürdüler[2].
Afrika'daki Hıristiyanlaştırma faaliyetleri¸ bilhassa Kardinal Lavigerie'nin 1867'de Cezayir Başpapazı tayin edilmesiyle başladı. Onun kurduğu Beyaz Rahipler (Peres Blancs) ve Beyaz Rahibeler (Soeurs Blanches) buradan bütün Afrika'daki en büyük misyonerlik faaliyetlerini yürüttüler. Bu konuda Fransız Katolikleri ile Protestanları arasında bir fark olmayıp Afrika dâhil bütün sömürgelerde kurdukları teşkilatlar vasıtasıyla Hıristiyanlaştırma faaliyetlerini sürdürdüler. 1895'te Madagaskar'daki Katolik ve Protestanlar açtıkları okullara 100.000'den fazla öğrenci topladılar.
Fransa'da III. Cumhuriyet¸ laisizm taraftarı ve kilise karşıtlığıyla bilinmektedir. 1905'te Kilise-Devlet ayrımıyla zirveye çıkan bu karşıtlık¸ sömürgelerde başka bir boyut arz etmekteydi. Çünkü misyonerlerin mahallî dillere vukûfiyetleri yerlilerle birlikte yaşayabilme alışkanlıklarını kazanmış olmaları¸ insan ruhuna hitap edebilme becerileri¸ onları sömürge idarecisi gözünde kıymetli kılıyor¸ idarecilerin en fazla akıl danıştıkları kimseler oluyorlardı. Tarihte yaşanmış hiçbir sömürgecilik faaliyetinde din¸ bu kadar etkili olmamıştı. Yani Fransa'da devlet kilise ile bütün bağlarını koparmış¸ Katolik okul sistemini tamamen kapatmış ve rahip-rahibe bütün eğitimcileri ya emekli olmaya veya ülkeyi terk etmeye sevk etmişken¸ sömürgelerde idarecilerle bunlar gayet uyumlu çalışmışlardır.
Ayrıca sömürgeciliğin yolunu açan en önemli kuruluşlar¸ aslında aydınlar tarafından kurulan sosyal bilimler alanındaki kuruluşlar olmuştur. Kısaca "şarkiyatçılık" denilen bu faaliyetler¸ sömürgeciliğin temel taşını oluşturmuştur. Paris Coğrafya Cemiyeti/Societe de Georaphie de Paris (1821) ve Asya Cemiyeti/Societe Asiatique (1822) Fransa'da faaliyet gösteren bu mânâda iki önemli bilim kuruluşudur.[3]
Gerçekleştirdikleri oryantalist çalışmalarla misyonerler¸ sömürgeciliğin keşif koluna gönüllü asker hazırladılar. Hiç bir din kurumuna yakışmayan çirkinlikte "fırsatçılık" yaptılar. İnsanlığın ortak ahlakî değerlerini savunmak yerine¸ kendi kısır ve bencil çıkarlarını gerçekleştirmeye çalıştılar. Mâneviyat dünyasının yeraltı babalığına soyunup mâneviyat mafyası kesildiler. Mahrumiyetin¸ açlığın¸ yoksulluğun sırtından "mânevî rant" devşirme bayağılığına tenezzül ettiler. Dolayısıyla Afrika¸ Asya¸ Uzak Doğu ve Güney Asya adalarındaki misyonerlik faaliyetleri¸ asla bir "dine davet" faaliyeti değildir. Aksine¸ bir ekonomik ve siyasal tahakküm aracıdır. Afrika'da misyonerlik¸ Batı'nın küstahça bencilliğinin koltuk değneği olmuştur. Bir tür devşirme seferberliği olarak gerçekleşmiştir.
"Hıristiyanlaştırma" adına kendi değerlerinden koparılan¸ kendine karşı yabancılaştırılan Afrika halkları¸ sonunda "iyi birer Hıristiyan" değil¸ "hiçbir şey" oldular. Değersiz¸ dinsiz¸ imansız¸ seküler¸ ateist¸ animist¸ putperest oldular. Afrika'daki misyonerlik faaliyetleri¸ "Hıristiyan mü'minler doğurmak" yerine¸ güç ve paraya tapan nihilist "seçkinler" peydahlama projelerine "bir nevi katkı" olmuştur.[4]
Batılıların Afrika'yı sömürmek için öncü kuvvet olarak görevlendirdiği misyonerler¸ inanılmaz miktarlarda paralar harcayarak Afrika'yı Hıristiyanlaştırmışlardır. Her yıl milyarlarca dolar parayı Afrika'yı Hıristiyanlaştırmak için harcayan Batılılar¸ İslâm ile tanışmayan ve yerel dinlere sahip olan Afrikalılar arasında tahrif edilmiş dinlerini hızla yaydılar. Göz alıcı maddî imkânlardan faydalanmak isteyen Afrikalılar ise bu ahlaksız saldırıya karşı duramadılar. 1900'lü yılların başlarında Afrika'nın nüfusunun sadece %7'si Hıristiyanken 100 yıl içerisinde bu rakam inanılmaz bir artışla U'lere kadar geldi. Papua Yeni Gine gibi ülkelerde ise bu rakam %1'lerden 'lere kadar çıktı. Papalar hemen her fırsatta Afrika'yı ziyaret ettiler ve tüm misyonerlik çalışmalarına destek verdiler. Misyonerler Afrika insanının yoksulluğunu ve açlığını onu Hıristiyanlaştırmak için kullandılar. 1970'lerde Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine 70 milyar dolar ayıran Batılılar¸ 1980'lerde bu miktarı 100 milyar dolara çıkartırken 2000'li yıllarda 250 milyar dolar civarında inanılmaz rakamları her yıl mazlum kıtayı Hıristiyanlaştırmak için harcamaktadırlar.
Afrika'daki misyoner faaliyetlerin amacı¸ sadece insanları Hıristiyanlaştırmak değil¸ onları sömürge hâkimiyetine hazır hale getirmekti. Bütün güç ve imkânlarıyla çalışan misyonerler¸ bir yandan Afrika'nın tabii zenginliklerini Avrupa'ya aktarırken¸ diğer yandan da ekonomik gelişmeler dolayısıyla işçi talebinin karşılanması için insanları köleleştirdiler. Batılılar¸ Hıristiyanlaştırma faaliyetleri çerçevesinde yüzyıllar boyunca gerçekleştiremediklerini bugün yoksulluğu fırsat bilerek gerçekleştirmek istiyorlar. Misyonerlik¸ Afrika halklarının Avrupa sömürge güçlerine teslim olmalarını kolaylaştırmıştır. Misyonerler¸ sömürge düzenini tehdit eden tehlikeleri ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır. Bu iddiamızın en önemli gerekçesi¸ bugünkü Hıristiyanlığın asıl vatanı durumunda olan Avrupa ve Amerika'da dinin büyük oranda arka plana atılması¸ Hıristiyanlık kurallarının tümüyle unutulması¸ buna karşılık İslâm ülkelerinde ve geri kalmış durumdaki Afrika ve Asya ülkelerinde misyoner çalışmalarının yoğunlaşmasıdır.
Afrika'nın büyük bir bölümünde misyonerler¸ sömürgeci güçlerin yardımı ile Müslümanları eğitimden mahrum bırakmışlar ve Hıristiyanlığı kabul etmeyen veya en azından Hıristiyan ismini benimsemeyenlere okul kapılarını kapatmışlardır. Bu yolla oluşturulan nüfuzlu Hıristiyan azınlık¸ özgürlük çağının gelmesinin ardından¸ bugün¸ Müslümanların çoğunlukta olduğu birçok Afrika ülkesinde siyasî¸ askerî ve iktisadî yönden üstün duruma gelmiştir. Sudan'da İngiliz sömürge yönetimi yardımıyla misyonerler¸ güney bölgesini kendileri için "güvenli bölge"ye çevirdiler. Bu bölgede eğitim ve tebliğ hakkı sadece Hıristiyan misyonerlere tahsis edildi ve Müslümanlar için tebliğ faaliyeti şurada dursun¸ başka amaçlarla bile bu bölgeye gitmeleri yasaklandı.[5]
Misyonerler¸ faaliyetlerini kuraklık ve açlık musibetine uğrayan ve kendi hallerine terk edilen Afrikalıların yaşadıkları bölgelerde yoğunlaştırmaktadırlar. Yardımseverler kisvesi altında faaliyet yürüten misyonerler¸ her gün yüzlerce Etyopyalı¸ Sudanlı¸ Çadlı¸ Malili ve Mozambikli insanın inancını çalmaktadırlar. Anne ve babalarını kaybeden Müslüman çocuklar¸ papazlar tarafından idare edilen Hıristiyan yetimhanelerine götürülmekte ve içlerinden zeki olanlara kilise bursları temin edilerek Batı ülkelerine tahsil yapmaya gönderilmektedirler. Bunlar Batı ülkelerinin Afrika ülkelerindeki çıkarlarını korumaya elverişli hale getirilmek üzere özel bir eğitime tabi tutulmaktadırlar.[6]
Jomo Kenyatta bu gerçeği; "Hıristiyanlık Afrika'ya geldiğinde Afrikalıların toprakları¸ Hıristiyanların ise İncilleri vardı. Hıristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua/ibadet etmemiz gerektiğini öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı¸ biz de onların İncillerini almıştık."[7] sözleri ile beyan ederken¸ Louis Massignon da şu çarpıcı sözlerle kanaatini ortaya koymaktadır:
"Onların her şeyini tahrip ettik. Felsefeleri ve dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için uygun hale geldiler."[8]
Massignon`un "onlar" dediği Müslümanlardır. Massignon bu sözleri ile Müslümanları sömürü için ne denli müsait hale getirdiklerini ortaya koymaktadır.
Misyonerlerin Afrikalı Müslümanları dinlerinden uzaklaştırabilmek için kullandıkları en önemli yöntem¸ kavmiyetçiliği yaymalarıdır. Uzun yıllar Afrikalıları¸ İslâm'ın bir "Arap dini" olduğuna inandırmaya çalışan misyonerler¸ onların daha çok kavmiyetçi düşünceleri benimsemelerini sağlamak istemişlerdir. Onların bu yöndeki çalışmalarının Afrikalılar arasında önemli etkileri olmuştur.[9] Moritanya Kültür Bakanı Ahmed el-Eîin Veled 1989 yılında yaptığı açıklamada misyonerlerin Afrika'da güven ve istikrarı bozmak¸ çeşitli sürtüşmelere sebep olabilmek için bilhassa Hıristiyan yaptıkları kimseleri kullandıklarını ve bu arada ayrılıkçı gruplar ile de işbirliği içine girdiklerini söylemiştir. Ahmed el-Emîn Veled¸ Senegal ile Moritanya arasında ortaya çıkan sürtüşmede Katolik Kilisesi hesabına çalışan misyonerlerin büyük rollerinin olduğuna işaret etmiştir.[10]
Bütün kiliselerin öyle veya böyle misyonerlik faaliyetleri bulunmaktadır. Fakat onlar misyonerlik faaliyetleri hususunda birbirleriyle herhangi bir çekişme ve tartışmaya girmemişlerdir. Dahası Hıristiyanlık konusunda ayrıldıkları noktaları hemen geçiştirmişlerdir. Her kilise kendi misyonerlik teşkilatını ve kilisesini kurmuştur. Misyoner okullarından biri Presbiteryanlara bağlıysa diğeri Roma Katolik Kilisesi'ne¸ diğeri de Tanrı'nın Krallığının Evrensel Kilisesi'ne veya İskoç Kilisesi'ne bağlıdır. Hiçbir kilise diğer kilisenin faaliyet alanına karışmamakta ve engel oluşturmamaktadır.
Misyonerlik faaliyetlerini başarılı kılan bir diğer faktör¸ misyonerlik faaliyetlerinde siyasî güçten yeterince faydalanmalarıdır. Sömürge öncesi Afrika ülkelerinde monarşi ya da kabile yönetimleri vardı ve insanlar da kabilenin efendisinin dinine tabi oluyorlardı. Sömürge yönetimleri kurulduktan sonra öncelikle kabile şefleri Hıristiyanlaştırılmak istendi. Onlara Hıristiyanlaştıkları takdirde makamlarının bırakılacağı vaadinde bulunuldu. Beyaz efendileri Hıristiyan oldukları için kabile şefleri de efendilerinin dinlerine tabi oldular.
İktidarın Batılı güçlerin elinde olması sonucu¸ kabile şefleri etkisiz hale geldi. Bunun sonucunda toplum bütünlüğü bozuldu¸ birleştirici ve bütünleştirici geleneksel unsurlar kaldırıldı. Batı ideolojileri¸ değer yargıları ve kültür kalıpları¸ ortadan kalkan geleneklerin ve eski kültürün yerini aldı. Genellikle misyonerlerin yönettikleri okullarda¸ yerli halktan çok¸ sömürgeci ülkenin lehine hareket eden bir aydınlar zümresi meydana geldi.
Sömürge yönetimleri¸ üniversite yönetimleri ve misyonerler tarihin en büyük işbirliklerinden birini yaparak Kara Kıta'nın en ücra köşesine bile ulaşmışlardır. Üniversitelerin hazırladıkları sosyolojik¸ arkeolojik ve antropolojik çalışmaların sonuçlarını kullanan misyonerler ülkeye nüfuz etmiş sömürge yönetimlerini meşrulaştırmışlar; onlar da koskoca bir kıtanın kaynaklarını beyaz adamın ülkesine taşımışlar ve taşımaya devam etmektedirler.
[1] İmadüdin Afrika Dramı¸ ter. Mehmet Keskin¸ İnsan yayımları¸ İstanbul 1985¸ s. 57-65; Roland Oliver ve D. Fage¸ A Short History of Africa¸ London 1962¸ s. 204.
[2] Kemal Kahraman¸ Çağdaş Sömürge İmparatorluğu¸ Seha Neşriyat¸ İstanbul 1989¸ s. 157.
[3] Ahmet Kavaş Osmanlı-Afrika İlişkileri¸ TASAM Yayınları¸ İstanbul 2006¸ s. 182-183.
[4] Sami Hocaoğlu¸ "Herkesin Kıblesi Kendine Ama
"¸ Yeni Şafak Gazetesi¸ 01.12.2006.
[5] Akif Emre¸ "Papa'ya yazılan 40 yıllık mektup"¸ Yeni Şafak Gazetesi¸ 30.11.2006.
[6] http://www.konyaninsesi.com/dr-fatih-soydemir-“afrika’da40-milyon-insan-kronik-aclik-sinirinda.
[7] http://www.tumgazeteler.com/?a=4210600
[8] http://www.tumgazeteler.com/?a=4210600
[9] http://www.vahdet.com.tr/isdunya/dosya3/0602.html
[10] http://haksozhaber.net/news_detail.php?id=9265
Kadir ÖZKÖSE
Yazar“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
1. DİLEDİĞİNE MADDÎ VE MÂNEVÎ NİMETLERİNİ BOL BOL VEREN, RUHLARI BEDENLERE YAYAN El-Bâsıt da bir şeyi yayan ve genişleten demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan ‘el-...
Yazar: somuncueditor
Herkes benimsediği sosyal çevresiyle bir anlam ifade etmektedir. Kaynaşabileceği, dertleşebileceği, halleşebileceği ve muhabbetle yaşayacağı bir sosyal çevresinin bulunması insan için büyük bir nimett...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE