ABDULLAH DİHLEVÎ (K.S)
Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK Abdullah Dihlevî Hazretleri, 1156/1743’te Pencap’a bağlı Betale beldesinde doğdu. Babası Kadiriyye’ye mensup Abdullatif adında bir zâttı. Yaşadığı bölgede Gulam Ali diye tanınmaktaydı. Kur’an-ı Kerim’i hıfzederek başladığı ilk tahsilinin ardından Abulaziz Dihlevî (k.s.) ve yaşadığı bölgedeki diğer bazı âlimlerden tefsir, hadis ve fıkıh alanlarına dair pek çok eseri okudu. Zâhirî ilimlere dair tahsilini belli bir aşamaya kadar ikmal ettikten sonra babasından küçük yaşlarından beri gördüğü tasavvufî terbiyesini geliştirmek üzere arayışlara başladı. O bölgedeki bazı Çiştî şeyhlerinin sohbetlerine katıldı. Bu sırada 22 yaşına geldiğinde Delhi’de irşad faaliyetlerini yürüten Mazhar Cân-ı Canân’la tanıştı. Ona intisap etmek istediğini belirttiğinde Mazhar: “Oğlum burada tuzsuz taş yalamaktan başka ne var ki? Zevk ve şevk istersen başka yere müracaat et.” diyerek tevazu gösterdi. Aynı zamanda Mazhar, bu sözleriyle tasavvufî terbiyenin sabır isteyen bir eylem olduğuna dikkat çekmiştir. Abdullah Dihlevî (k.s.), hem içinde bulunduğu hâli bilen hem de tevazu gösteren Mazhar-ı Cân-ı Canân (k.s.)’ın bu tutumundan ziyadesiyle etkilenerek “Makbul olan tuzsuz taş yalamaktır.” deyip ona intisap etti. 15 yıllık (bazı rivayetlerde bu süre 22 yıl olarak geçmektedir) bir seyr ü sülûk sürecinin ardından şeyhinden irşad icazeti aldı. Cân-ı Canân’ın muhtemelen Şiî bir kişi tarafından şehid edilmesinin ardından onun tekkesinde şeyh olarak görev yapmaya başladı. Abdullah Dihlevî (k.s.)’nin tekkesi bir tasavvufî terbiye merkezi olmasının yanında, müridlere hadis, fıkıh ve kelâm ilmine dair derslerin verildiği medrese gibi hizmet verdi. Şam, Anadolu, Irak, Hicaz, Horasan, Maveraünnehir vs. pek çok bölgeden insanlar onun dergâhına gelerek ondan tasavvufî terbiye alıyorlardı. Abdulah Dihlevî (k.s.) 82 yaşındayken 12 Safer 1240/6 Ekim 1824’te Delhi’de vefat etti. Cenazesini vasiyeti üzerine halifesi Ebu Said Farukî kıldırdı ve aynı şehirde bulunan dergâhının haziresine defnedildi. Abdullah Dihlevî (k.s.), cömertliği ve tevazuuyla insanların gönlünde iz bıraktı. Dergâhına gönderilen güzel yemekleri yemez komşularına ikram ederdi. O az uyur, gece ibadetlerini ihmal etmezdi. Geceleri murakabe yapar ve Kur’an-ı Kerim okurdu. Sonra sabah namazını cemaatle kılardı. Namazdan sonra tekrar işrak vaktine kadar Kur’an-ı Kerim okur; işrak vaktini müteakip Kur’an-ı Kerim tefsiri okurdu. Kur’an-ı Kerim’den günlük virdinin on cüz olduğu kaydedilmektedir. Öğlen namazından sonra da talebelerine tefsir ve hadis dersleri okuturdu. İkindi namazından sonra hadislerden ve İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ından sohbet yapardı. Bazen Avarifü’l-Maârif ve Risale-i Kuşeyrî’den de anlatırdı. Akşam namazından sonra teveccüh yapardı. O çok nezih bir tabiata sahipti. Tütün içiciler yanına geldiğinde insanlar rahatsız olmasın diye güzel kokulu tütsüler yaktırır veya etrafına güzel kokular serptirirdi. Abdullah Dihlevî (k.s.) namaz ibadetine ve onu cemaatle kılmaya çok önem vermekteydi. Namazın her aşamasının hakkını vererek tadil-i erkân ve huşû ile kılınması gerektiğini ifade edip bunun Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emri olduğunu vurgulardı. Ona göre bütün ibadetlerin özellikleri namaz içinde toplanmıştır. Kur’ân-ı Kerim okumak, tesbih etmek, salâvat getirmek, günahlara tevbe etmek, yalnız Allah (c.c.)’tan yardım istemek ve O’na dua etmek bu özelliklerden bazılarıdır. Namazdaki kıyam, rükû, secde ve oturuşların hepsi diğer varlıkların kulluk şekillerini temsil etmektedir. Namazın Mirac Gecesi farz kılındığı bilinmektedir. Bu sebeple miraca çıkan Hz. Peygamber (s.a.v.)’e uyma amacıyla namaz kılan bir Müslüman Allah (c.c.)’a yaklaştıran mânevî makamlara yükselir. Namazı terk edenin diğer emirleri kaçırması kolaylaşır. Abdullah Dihlevî (k.s.)’ye göre irfanî ve kevnî olmak üzere iki tür keramet vardır. Sûfîlerin itibar ettiği keramet irfânî olanıdır. İrfanî keramet halvette ve celvette, sevinç ve fersizlik hallerinde daima huzurda bulunma ve müşahede ile marifetullaha varmaktır. Kevnî keramet ise bazı olağanüstü hallerin zuhur etmesidir. Büyük zâtlar her iki keramete sahip olmalarına rağmen ikincisini gizlemeyi tercih etmişlerdir. Çünkü riya ve kibir onların yolunun dışındadır. Abdullah Dihlevî (k.s.) keşif ve keramete sahip olan müridlerini uyarıyor, onların kibre ve riyaya düşmemesi için bu gibi hâllerini gizlemelerini istiyordu. Çünkü keşif ve keramete takılmak sûfîler için mânevî yolda ilerlemeye engeldir. Ona göre kerametlerin en üstünü Allah (c.c.) sevgisi ve Rasûlullah (s.a.v.)’a ittibadır. Diğerleri bu ikisinden sonra gelir. Abdullah Dihlevî (k.s.)müridlerine yazdığı mektuplarında ve onlara yönelik öğütlerinde onlara her zaman güzel huyları benimsemelerini tavsiye etmektedir. Onun sözünü ettiği bu güzel huylar şöyle sıralanır: Yumuşak başlı olmak, gerektiği yerde baş eğmesini bilmek, şefkatli ve merhametli olmak, herkes için iyilik düşünmek, arkadaşları arasında uyar olmak, iyiliksever olmak, geçimli olmak, hizmet ehli olmak, topluma ve ortama uymasını bilmek, güleryüzlü olmak, cömert olmak, çıkarcı olmamak, dostluğa ve sevgiye önem vermek, sözünde durmak, sakin ve vakarlı olmak, Allah (c.c.)’a hamdederek O’na dua etmek, nefsini küçümsemek ve başkalarını küçümsememek vb. O, Nakşî Tarikatı’nın dört meseleden ibaret olduğunu söylerdi: Def’-i havâtır, devam-ı huzur, cezbeler ve varidât. Cömertlik Abdullah Dihlevî (k.s.)’nin çok önem verdiği güzel ahlâk ilkelerinden biridir. Yaptığı ikramların gizli kalmasına dikkat ederdi. İnsanlara merhamet ve şefkatinde de aynı şekilde cömert davranırdı. Dünyevî şeylere meyletmez ve mal-mülk edinme gibi gayretlere girmezdi. Zenginler ve yöneticiler tarafından kendisine gönderilen dünyalıkları kabul etmezdi. Dipnot 1. Bu makale Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. H. İbrahim Şimşek’in Nasihat Yayınları’ndan neşredilen Altın Silsileden Altın Halkalar kitabının 367-371. sayfalarından özetlenmiştir.
Halil İbrahim ŞİMŞEK
YazarProf. Dr. Kadir ÖZKÖSE - Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK Muhammed Zâhid (k.s.), bugün Tacikistan sınırları içinde bulunan Hisar (Duşenbe) kenti yakınındaki Vahşuvar (Vahş) köyünde doğdu. Onun Yakub-ı Ç...
Yazar: Halil İbrahim ŞİMŞEK
Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK Muhammed Bâkî Billâh Kabilî Nakşbendî, 971/1564’te babasının Semerkand’dan gelip yerleştiği bugünkü Afganistan’ın Kabil kentinde doğdu. Babası y...
Yazar: Halil İbrahim ŞİMŞEK
Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK İmâm-ı Rabbânî’nin üçüncü oğlu olan Muhammed Masum 1007/1599’da, Sirhind yakınındaki Mülk-i Haydar denilen yerde doğdu. Onun doğumunun babasını...
Yazar: Halil İbrahim ŞİMŞEK
Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK Derviş Muhammed İmkenegî (k.s.), Şehr-i Sebz’in İmkene köyünde doğdu. Mürşidi olan Muhammed Zâhid’in kız kardeşinin oğludur. Yaşadığı bölgedek...
Yazar: Halil İbrahim ŞİMŞEK